Press ESC to close

Filistin’in Kuruluşu ve Tarihsel Süreci

Filistin, Orta Doğu’nun en kadim topraklarından biri olarak tarihte önemli bir yere sahiptir. Ancak, Filistin’in resmi olarak bir devlet statüsü kazanması oldukça karmaşık ve çatışmalı bir tarihsel sürecin sonucudur. Bölge, yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlerin ve imparatorlukların hâkimiyeti altında kalmış, modern dönemde ise Arap-İsrail çatışmalarının merkezinde yer almıştır. Filistin’in tam anlamıyla ne zaman ve nasıl kurulduğu sorusu, bu tarihsel olayların ve diplomatik süreçlerin anlaşılmasıyla mümkündür.

Filistin’in Tarihsel Arka Planı

Filistin toprakları, tarih boyunca Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, İslam Halifelikleri, Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük medeniyetlerin yönetimi altında bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyıldan itibaren kontrolü altında kalan bölge, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı’nın dağılmasıyla İngiliz Mandası altına girmiştir. 1920 yılında San Remo Konferansı’nda Filistin toprakları üzerinde İngiliz Mandası oluşturulmuş ve bu dönem, modern Filistin sorununun temellerini atan bir süreç olmuştur.

İsrail’in Kuruluşu ve Filistin Sorunu

1947 yılında Birleşmiş Milletler (BM), Filistin topraklarının Araplar ve Yahudiler arasında bölünmesini öngören bir plan sundu. Bu plan, Araplar tarafından reddedilirken, Yahudi liderler tarafından kabul edildi. 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi ve bu durum, Filistinlilerin büyük bir kısmının mülteci durumuna düştüğü “Nakba” (Büyük Felaket) olarak bilinen kitlesel bir göçe neden oldu. İsrail Devleti’nin kurulmasıyla Filistin topraklarının büyük bir kısmı İsrail egemenliği altına girdi, geri kalan topraklar ise Ürdün ve Mısır kontrolüne geçti.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Filistin Devleti’nin Temelleri

1964 yılında, Filistinlilerin haklarını savunmak ve bir Filistin devleti kurma amacıyla Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu. FKÖ, başlangıçta silahlı mücadele yoluyla Filistin topraklarını geri kazanmayı hedeflerken, zamanla diplomatik yollarla bir Filistin Devleti’nin kurulmasını savunmaya başladı.

Filistin Devleti’nin ilanı ise 1988 yılında gerçekleşti. 15 Kasım 1988’de Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi, FKÖ lideri Yaser Arafat’ın önderliğinde Filistin Devleti’nin kuruluşunu ilan etti. Bu deklarasyon, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme haklarını tanıyan ve Birleşmiş Milletler’in 1947’deki bölünme planına dayanan bir temele dayanıyordu. Ancak, bu ilan edilen devletin toprakları üzerinde henüz fiili bir kontrol bulunmuyordu ve İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi, Filistinlilerin hâlâ bağımsız bir devlete kavuşmalarının önünde en büyük engel olarak duruyordu.

Oslo Anlaşmaları ve Filistin Yönetimi

1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmaları, Filistin Devleti’nin kurulması yönünde önemli bir adım oldu. Bu anlaşma, İsrail ve Filistinli yetkililer arasında bir barış sürecini başlattı ve Filistin Yönetimi’nin kurulmasına olanak tanıdı. Filistin Yönetimi, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde kısmi bir özerklik sağlayarak Filistin halkına kendi yönetimlerini kurma imkânı verdi. Ancak bu süreç, hem İsrail’in yerleşim politikaları hem de Filistin’deki siyasi iç çatışmalar nedeniyle kesintiye uğradı.

Filistin’in Uluslararası Tanınma Süreci

Filistin Devleti’nin resmi olarak tanınması, uluslararası diplomasi açısından karmaşık bir süreç olmuştur. 2012 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Filistin’e “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü verdi. Bu, Filistin’in devlet olarak tanınmasına yönelik önemli bir adım olarak görülse de, tam üyelik statüsüne henüz ulaşamamıştır. 135’ten fazla ülke, Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanımaktadır, ancak başta ABD ve İsrail olmak üzere bazı ülkeler bu tanımayı reddetmektedir.

Filistin’in Egemenlik Mücadelesi ve Günümüz Durumu

Filistin, bağımsız bir devlet olma yolunda yıllardır devam eden diplomatik, siyasi ve askeri bir mücadele vermektedir. 1988’deki bağımsızlık ilanı ve sonrasında imzalanan Oslo Anlaşmaları, Filistin’in uluslararası tanınma sürecinde önemli adımlar olsa da, Filistin Devleti’nin tam anlamıyla egemen bir devlet haline gelmesi, halen çözüme kavuşmamış bir sorundur. Günümüzde Filistin’in Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’teki topraklarında tam kontrolü sağlayamaması, bu mücadelenin merkezinde yer almaktadır.

Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Durum

Filistin Devleti’nin toprakları olarak kabul edilen Batı Şeria ve Gazze Şeridi, İsrail işgali altında olup, bu bölgelerde Filistinlilerin günlük yaşamı büyük zorluklar içermektedir. Batı Şeria‘da İsrail yerleşim birimleri hızla genişlemeye devam ederken, bu bölgede yaşayan Filistinliler için inşa edilen kontrol noktaları, hareket kısıtlamaları ve topraklarına erişim engelleri, Filistin’in bağımsızlık mücadelesini daha da zorlaştırmaktadır. Doğu Kudüs, hem İsrail hem de Filistin tarafından başkent olarak görülmekte ve bu durum iki taraf arasındaki en büyük gerilim noktalarından biridir.

Gazze Şeridi ise, 2007 yılında Hamas’ın kontrolü ele geçirmesinden bu yana İsrail tarafından uygulanan ablukaya maruz kalmaktadır. Gazze’deki insani durum, abluka, işsizlik, altyapı sorunları ve dönemsel olarak patlak veren İsrail-Hamas çatışmaları nedeniyle büyük bir kriz halindedir. Gazze, dış dünyaya bağlantısı sınırlı, sürekli güvenlik tehditleriyle karşı karşıya olan bir bölge olarak Filistin Devleti’nin egemenlik mücadelesinin en kritik noktalarından biridir.

Uluslararası Barış Görüşmeleri ve Çözümsüzlük

İsrail-Filistin barış süreci, yıllar boyunca çeşitli müzakerelere ve barış planlarına sahne olmuştur. Ancak bu görüşmeler, kalıcı bir çözüm sağlayamadan sona ermiştir. 2000 yılında başlayan Camp David görüşmeleri, 2007’de Annapolis Barış Konferansı ve 2014’teki ABD arabuluculuğundaki müzakereler, iki devletli çözüm arayışının başarısızlıkla sonuçlandığı önemli diplomatik girişimlerden bazılarıdır.

İki devletli çözüm, Filistin ve İsrail’in yan yana, barış içinde var olması temelinde bir çözüm önerisi olarak uzun süredir uluslararası toplum tarafından desteklenmektedir. Ancak, İsrail yerleşimlerinin genişlemesi, Kudüs’ün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı gibi konular, müzakerelerin önündeki en büyük engeller arasında yer almaktadır. Filistin, kendi bağımsızlığını ilan etmesine ve uluslararası alanda destek görmesine rağmen, toprakları üzerindeki egemenliği halen tam anlamıyla sağlanamamıştır.

Birleşmiş Milletler ve Filistin’in Statüsü

Filistin Devleti, 2012 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazanmıştır. Bu gelişme, Filistin’in uluslararası alanda meşru bir devlet olarak kabul edilmesine yönelik önemli bir adımdır. Bu statü sayesinde Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurma hakkı kazanmış ve çeşitli BM organlarına katılabilmiştir. Ancak bu statü, Filistin’e tam bir BM üyeliği sağlamamıştır.

Filistin’in tam üye olarak kabul edilmesi, BM Güvenlik Konseyi’nin onayına bağlıdır ve İsrail’in müttefiki olan Amerika Birleşik Devletleri, bu kararı veto etmiştir. ABD ve bazı Batılı ülkeler, Filistin’in tam egemen bir devlet olarak kabul edilmesi için İsrail-Filistin müzakerelerinin başarıyla sonuçlanması gerektiğini savunmaktadır. Ancak Filistin, birçok ülke tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınmıştır. Bugün, 135’ten fazla ülke Filistin’i bir devlet olarak tanımaktadır.

Filistin’in Geleceği ve Çözüm Arayışları

Filistin Devleti’nin tam anlamıyla bağımsızlık kazanması, hala karmaşık ve çözülmesi zor bir sorundur. İsrail’in yerleşim politikaları, Kudüs’ün statüsü, Filistinli mültecilerin durumu ve güvenlik sorunları, iki taraf arasında kalıcı bir barışın sağlanmasını zorlaştırmaktadır. Uluslararası toplumun büyük bir kısmı, iki devletli çözümü desteklese de, bu çözümün hayata geçirilmesi için gerekli siyasi irade ve koşullar henüz oluşmamıştır.

İsrail-Filistin çatışmasının çözümü, Orta Doğu’nun istikrarı için büyük önem taşımaktadır. Barış sürecinin yeniden canlandırılması, bölgesel ve uluslararası aktörlerin bu sürece yapıcı katkılar sunmasıyla mümkün olabilir. Özellikle ABD, Avrupa Birliği ve Arap dünyasının ortak çabaları, barış için kritik rol oynayabilir. Ancak, Filistin’in tam bağımsızlık ve egemenlik hedeflerine ulaşabilmesi için İsrail ile olan çatışmanın sona erdirilmesi ve kalıcı bir barış anlaşmasına varılması gerekmektedir.

Sonuç

Filistin’in tarihi ve bağımsızlık mücadelesi, uzun ve zorlu bir süreçtir. 1988’deki bağımsızlık ilanı, Filistin halkı için sembolik bir dönüm noktası olmasına rağmen, Filistin Devleti’nin tam anlamıyla egemenlik kazanması henüz mümkün olmamıştır. Filistin sorununun çözümü, sadece Filistinliler ve İsrailliler için değil, tüm Orta Doğu bölgesi ve dünya barışı için büyük önem taşımaktadır. Filistin’in bağımsızlık mücadelesi, uluslararası diplomasi ve barış çabalarının merkezinde yer almaya devam edecek gibi görünmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir